27 Temmuz 2010 Salı

Melvin Bliss



Jazz müziğin efsane isimlerinden Melvin Bliss hayata veda etmiş. Melvin Bliss, hip hop tarihinde sample'larına en çok başvurulan müzisyenlerden birisidir James Brown'la beraber. Alttaki resimde, sadece yukarıdaki parçanın (Synthetic Substitution) sample'ını kullanan albümler var. O'nun müziklerinin katkısı olan albümleri görünce çok da fazla bir şey yazmaya gerek kalmıyor. Hepsi birbirinden efsane albümler. Huzur içinde yatsın.




22 Temmuz 2010 Perşembe

SOLE / THE PYRE



Efsane şirketlerden Anticon'un kurucusu ve eski üyesi Sole, The Pyre adında bir sesli kitap çıkardı. 72 sayfa olacakmış kitap ve içinde Sole'nin kendi sesinden şiirlerini dinleyebilecekmişiz. Çok önemli bir adam Sole. Bugün Sage Francis'leri, Cage'leri dinleyebilmemizde büyük payı var. 15 senede 15'i aşkın albüm çıkardı. Kitapla ilgili, mailime gelen yazıyı copy paste yapıyorum alta. (Çok tembel bu bloğun sahibi : )

 Indie hip-hop pioneer Tim Holland, founder and ex member of anticon, is the embodiment of DIY anti-establishment experimental hip-hop. Over the course of fifteen years he has released 15+ albums under the monickers of sole, sole & the skyrider band, & mansbestfriend. His radical approach to hip-hop songwriting has earned him countless accolades and a worldwide cult following.

 The visual inspirations for "The Pyre" come from the persuasive art of propaganda as it appears throughout history and in all geographical areas. It is a series of original drawings by Zupa that give added dimension to the text using familiar styles from the German Renaissance, Japanese Block art, Religious Iconography from Europe, Asia and pre-Columbian South America, & 20th century revolutionary propaganda.
 Holland's far reaching story of civilization is told in the language of ancient myth. Drawing on influences as diverse as Keats, Villon, Debord, Byron & The Epic of Gilgamesh. The poem touches on everything from work, time, human interaction, invention, "progress," & ethics. The result is a melting pot of past/present/future motifs, expressing the timeless theme; "the only craft we have perfected is the ungentle one." The album is a cross between an audiobook, a herzog soundtrack, & an instrumental album. Featuring 20-plus songs recorded using analog 8-track & Computer. Continuing in the vein of the critically acclaimed mansbestfriend series, the would-be instrumental sections merge with the narrative and draw the listener into the beautiful and chaotic world that is "the pyre."

Bu projeden ilk haberim olduğunda ''Ulan çok pahalıdır bu şimdi, alamayız biz'' tribine girdim ama Sole tokat gibi bir cevapla geldi. 2 ayrı paket olarak çıkacakmış piyasaya kitap. İlk pakette kitap ve cd var, 14$ fiyatı. İkinci pakette kitap ve cd'ye ek olarak bi' de t-shirt eklemişler ve sadece 24$. Özellikle t-shirt'lü paketin fiyatı çok komik. Biz 24$'a hiç bir grubun orjinal t-shirt'ünü getiremezken, Sole yanına kitap ve cd de gönderiyor. Alttaki trailer da çok başarılı olmuş. Tam koleksiyonluk işler. Elinizi korkak alıştırmayın, verin siparişi, ileride torunlarınıza bırakacak bir şeyleriniz olsun : )

Kitap + CD

Kitap + CD + T-shirt

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Stoupe the Enemy of Mankind & Dutch

Ne bir dergide ne de internet ortamında, Jedi Mind Tricks'in efsane prodüktörü Stoupe'un bırakın röportajı, resmi bile yoktur neredeyse. Grupla beraber turlara da çıkmaz. Genellikle konserlerde de yoktur. O'nu efsane yapan tabii ki aşmış prodüktörlük yeteneği ama bu ''az görünme'' hadisesi de Stoupe'u diğer prodüktörlerden ayırır. Dxhiphop.com sürpriz bir ropörtaj yapmayı başarmış Stoupe'la. Altta linkini verdiğim ropörtaj, bu ''az görünme'' konusuna da değinmiş. Yer aldığı gruplarda (JMT ve Dutch) frontman olmadığını ve bu yüzden göz önünde olmayı sevmediğinden bahsetmiş Stoupe. Müzik yapmaya devam ettikçe bizim için bir sıkıntı yok aslında. Jedi Mind Tricks zaten yeterince tanınmış bir oluşum ama Dutch'ın üzerinde durmak lazım biraz. Albüm konsepti olarak, Stoupe'u ilk defa rap harici bir türde dinleme fırsatı yakalıyoruz Dutch'da. Yanına Liz Fullerton diye çok tanınmayan ama inanılmaz bir sese sahip vokalisti almış ve ortaya Dutch diye bir trip-hop projesi ve A Bright Cold Day diye bir albüm çıkmış. Benim trip-hop dememe çok takılmamak lazım. Bu albümü bir katogeriye sokmak oldukça zor aslında ama albümde en baskın tür trip-hop gibi. JMT'deki karanlık hardcore beat'lerinden sonra Stoupe'u bu kadar farklı bir türde ve farklı bir partnerle dinlemek çok değişik bir tecrübe bizim açımızdan. Dutch'ı dinledikten sonra  kabul edeceksiniz ki Vinnie Paz ile Liz Fullerton arasında az da olsa fark var : P
Altta Stoupe'un hiphopdx.com'daki ropörtajı, Dutch'ın Myspace adresi ve grubun bir parçası var.

Hiphopdx.com Stoupe Ropörtaj

Dutch Myspace

29 Haziran 2010 Salı

EN ETKİLİ 10 KURT SALDIRISI


Geçtiğimiz sezonun en iyi 10 hücum oyunumuzu derlemiş resmi site. 1 numarayı o hareketin yapıldığı geceki gazla koymuştum bloga; Corey Brewer'ın Fisher'ın üzerinden yaptığı insanlık dışı smaç. Son saniye basketleri de bu listelerin olmassa olmazları tabii. Johhny Flynn ve Corey Brewer hakimiyeti var listede. Seneye daha çok görmek istediğimiz hareketler bunlar.

28 Haziran 2010 Pazartesi

AMAÇ ?

Heyecanla beklediğimiz draftlar 24 Haziran'da gerçekleşirken, dışarıdaki hayat yine geç gelen bir post'a sebep oldu blog açısından. Dördüncü sıradan katıldığımız 2010 Draft'larında Wesley Johnson'ı seçtik. Wesley Johnson'ın 3. ya da 4. sıradan seçileceği konuşuluyordu zaten pek çok yerde ve beklenen oldu. Wes, artık T'wolf. Eski postların birisinde yazmıştım; ''Draft'ta ilk iki sıradan birisine yerleşemessek hiç hoş şeyler yaşanmaz.'' diye. Ama gördük ki bu takımın başında David Kahn gibi dahi (!?) adamlar oldukça ilk sırayı alsak da bir şey değişmeyecek. NBA'i çok az takip eden 13-14 yaşlarındaki bir çocuğa ''Timberwolves'un en güçlü yanı neresi?'' diye sorarsanız, pat diye ''Pota altı'' cevabını yapıştırır. Bunu görebilmek için takımın bir kaç maçını izlemeniz yeterli. Ama bizim dahiyane adamımız Kahn ve arkadaşları gitti 3 tane pota altı adamı seçtiler Draft'ta. Draft gecesi muhabbetlerde herkese Big Al ve Love'ın arkasına sağlam kısalar beklediğimi söyleyen ben, seçilen oyuncuları gördüğümde bu seneki skandal başarısızlıktan bile daha büyük şok yaşadım. Her şey bu kadarla kalsa keşke; Kahn geçtiğimiz gün, Darko Milicic'in takımda kalması halinde uzun rotasyonunda süre açabilmek için Al Jefferson'ı elinden çıkarabileceğimizi açıkladı medyaya. Tabii bu açıklamayla Draft'taki 3 hakkımızın hepsini neden uzunlardan yana kullandığımız da anlaşıldı. Milicic ile ilgili düşüncelerimi O'nu ilk transfer ettiğimizde yazmıştım. Yazıda kendisinden geçtiğimiz sezon sonunda kurtulmuş olmayı dilerken, yönetim çıkmış, yeteneksiz Milicic üzerine takım kurmayı planladığını açıklıyor. Marko Milicic'ten bu takıma olabilecek en fazla şey Al Jefferson'ın yedeğiyken Jefferson'ı gönderip Milicic'i ilk 5'e koymak nasıl bir mantık anlamak imkansız. Kısa rotasyonunda ligin en zayıf takımı olduğumuz apaçıkken, bunu bile göremeyip hiç de fena olmayan uzun rotasyonuna 3 adam daha eklemek akıl dışı. McHale'i arayacağım hiç aklıma gelmezdi ama Kahn, Mchale'i çok aratıyor. Draft seçimleri, özellikle Milicic/Jefferson konusunda yapılan açıklamalar bütün umudumu bitirdi bu takımın geleceği hakkında. Wesley Johnson hakkında bir şeyler yazacaktım ama hiç heves kalmadı. Bir kaç güne geçer sinirim, yazarım O'nun hakkında bir şeyler. Şimdilik durum felaket, gitgide üzerine bir şeyler koyacaklarına takımı bitiriyor bu adamlar.

20 Haziran 2010 Pazar

The Roots / How i get over


Philadelphia'li efsanevi oluşum The Roots'un yeni albümü ''How i get over''a kavuşmamıza günler kala, Def Jam Records çok kısa da olsa albümden kesitler yayınladı. Albümde Black Thought yine çok formunda. Yine klasik stüdyo kayıt albümü değil de canlı performans dinliyormuş hissine kapılacağız anlaşılan. The Roots gibi oluşumlar çok azaldı. Değerlerini bilmek lazım babaların. Buyrun yeni albümden kesitler;


27 Mayıs 2010 Perşembe

Büyük Oyuncu Olmak


Bir oyuncu düşünün; zamanında Napoli'de oynadığı basketbol ve kazandırdığı kupayla, şehrin kahramanı haline gelmiş; 2004 yılında, Polonya'nın Wroclaw takımında, Euroleague'in sayı kralı olmuş; Yunanistan'da Olympiacos formasıyla oynadığı maçlardan sonra (özellikle Euroleague Final Four'undan sonra) Pire şehrinde bir efsane haline gelmiş; bir dönem araya  NBA'i de sıkıştırmış olsun. 2009 yılında sessiz sedasız Türkiye'nin Fenerbahçe takımına gelsin ama burada, 2 senedir koçun ''rotasyon'' saçmalıkları sonucu istediği -hak ettiği- süreleri bir türlü alamamış olsun. Aldığı zaman da, ait olmadığı 1 numaralı pozisyonda oynatılmak zorunda bırakılsın. Hatta bu akşama kadar, 2009/2010 TBL Play Off''larında bench'ten neredeyse hiç çıkmamış olsun. Ama o 2 senelik olumsuzluğa, mutsuzluğa rağmen, çıksın bu gece Efes Pilsen'le oynanan final serisi 4. maçında takımı tam bir winner gibi yönetsin. Bir ara 17 sayılara kadar çıkan farka rağmen, 2 genç Sloven'i de yanına alarak, takımı uzun süre unutulmayacak bir geri dönüş zaferine taşısın. Maçla ilgili değerlendirmeler, Emir'in performansı, muhteşem geri dönüş bir çok yerde yazıldı zaten. Lynn Greer'i bu takımda izlediğimiz için ne kadar şanslı olduğumuza değinen birilerini görmediğim için, böyle kısa ama minnet dolu bir yazı çıktı ortaya.

14 Mayıs 2010 Cuma

Sage Francis / LI(F)E


Yine başıboş bırakmışım blogu. Geri dönmek için Sage Francis'in yeni albüm yayınlaması kadar güzel bir bahane bulmam, şimdilik biraz zor gibi gözüküyor. Buyrun o zaman Sage Francis ve dumanı üzerinde albümü Li(f)e üzerine bir yazı;
Sage Francis'in Hayat/Yalan ikilemi üzerine kurduğu ilişkiyi ilk olarak 7 yıl önce, Non Prophets'ın Hope albümünde Cure adlı parçada ''Life is just a lie with an 'f' in it, and death is definite." dizeleriyle duymuştuk. Bu metafor, 7 sene sonra Li(f)e isimli bir albüm yayınlayacak kadar kafasını kurcalamış Sage abinin ve dayanmış kalemine. Konu spoken word ise dünyada rakipsiz olduğunu yine kanıtlamış ama bu sefer tek bir farkla; yanına veteran rock tayfasını toplamış ve neredeyse tüm parçaların altyapılarını Jason Lytle, Tim Rutili, Chris Walla gibi günümüz rock müziğinin en çok takip edilen adamlarına emanet etmiş. Bir parçayı da, geçen aylarda Türkiye'ye gelen ve burda da baya takipçisi olan Fransız Yann Tiersen ile beraber yapmış. Tiersen'i tanımayanlar için, Amelie soundtrack albümünü O'nun müziği için en kolay ulaşılabilecek referans olarak gösterebiliriz ama konumuz o değil şimdilik. Bu yazının ortaya çıkmasını sağlayan Sage Francis'e geri dönelim biz; Sage Francis'i ilk olarak 2002 yılında Anticon'dan çıkardığı Personal Journeys albümüyle tanımıştım. Tabii o yıllarda Anticon, deneyselliğin sularında boğulmamıştı henüz ve indie rap'in en sıkı plak şirketlerinden birisiydi. 2000'li yıllarda o kadar saçmalamaya başladılar ki daha da yüzlerine bakmaz oldum. Neyse, Anticon'un yaşadığı bu -olumsuz anlamdaki- değişim de bir başka maceranın konusu. Bu albümden önce bir plak şirketine bağlı olmaksızın ''Sick of'' adıyla bir kaç albüm yayınlamıştı Sage Francis, ama o albümleri çıktığı yıllarda dinlemek için Sage'in şehri olan Providence'da yaşamamız lazımdı. Baya yerel takılıyordu kısacası. Bu arada Providence'ın ABD'nin en küçük eyaleti olan Rhode Island'ın bir şehri olduğunu söylersek bu adamın taa nerelerden gelip, Amerika'nın acımasız indie müzik arenasında şimdiki kadar sağlam bir yer bulduğunu daha iyi anlatmış oluruz. Personal Journeys albümünde, günlük hayattaki sıradan olaylara absürd yaklaşımı ve kullandığı karanlık, rahatsız eden beat'lerle yeraltı müzik piyasasıyla ilgilenen hemen herkesin dikkatini çekti. Özellikle sözleri inanılmaz güçlüydü ve sıradan bir MC olmadığı kesindi bu adamın. Bu arada Sage Francis, çoktan kendi indie plak şirketi Strange Famous Records'u kurmuştu bile. İlk albümünden sonra çıktığı konserlerde de edebiyatla -özellikle şiirle- hip hop'ın bir karışımı olan, genelde arka planda müzik olmadan icra edilen spoken word konusunda bir efsane haline geldi bu et yemeyen adam. Kendisi vejetaryen olduğunu çok fazla hatırlattığı için  ben de burada belirtmeden geçmeyeyim dedim : )  İlk albümünden 3 sene sonra çıkardığı A Healthy Distrust albümü de en az Personal Journeys kadar sağlam gelince, dikkatleri boşuna üzerine toplamadığını kanıtladı Sage Francis. Abstract rap ile spoken word'ün aralarında bir yerlerde dolaşan albümden çıkan ilk single Sea Lion, tam bir Sage klasiğidir unutmadan onu da yazalım. Yaşadığı mutsuz çocukluk da, Sage'in sözleri için eşi bulunmaz bir kaynak bu arada. Sık sık babasız büyümekten ve annesinin ne kadar başarısız bir anne olduğundan, metafor ve kelime oyunları vasıtasıyla bahsediyor. 2007 yılında Li(f)e'tan önceki son albümünü yayınladı; Human the Death Dance.  ''Around the time when Jay-Z & Nas girl had sex, I used to wake up every morning on the hard wooden floor, Livin in Brook-nam with a car I couldn't afford." bunlar Human the Death Dance'den sözler.. Sage'in gerçekten commercial rap'ten bir beklentisi yoktu ve bunu yukarıdaki dizelerle dile getirdi 3. albümünde. Gitgide dünyanın her yerinden dinleyicilerin dikkatini çekmeyi başaran bu adamın video'larını Mtv'de görmeyi bekleyen kitle büyük hayal kırıklığına uğradı. Çünkü Sage Francis'in dinleyici kitlesinin artması O'nu daha da aktivist yaptı. Milyonlarca dolar kazanabileceği ama daha sonradan köleleri olacağını, şarkılarında onların istediği şeylerden bahsetmek zorunda kalacağını bildiği şirketlerle anlaşma imzalamayıp Strange Famous Records ile kendi yoluna baktı ve bir yeraltı efsanesi olarak kalmayı başardı. Bu ay çıkardığı Li(f)e bize şunu kanıtladı; Sage Francis denemeye devam ediyor. Li(f)e'tan önce çıkardığı 3 albüm de birbirinden kült olmasına rağmen hala daha iyisini yapabilmek için uğraşıyor. Kısmen başarıyor, kısmen başaramıyor. Bundan aylar önce, Sage'in yeni albüm için, isimlerini en başta saydığım rock yapan adamlarla çalıştığını öğrendiğimde büyük hayal kırıklığına uğramıştım ama albümü dinledikten sonra ''İyi ki bu adamlarla çalışmış.'' dedirtmeyi başarabiliyor bana. Şaşırtmayı başarabiliyor. Belki de en önemlisi bu. Altta Sage Francis ile ilgili ziyaret edilesi adresler ve yeni albümden bir parça var.

Strange Famous Records
Sage Francis Myspace

24 Nisan 2010 Cumartesi

İşkence Bitti

Kabus gibi bir sezonu geride bıraktık takım olarak. Uzun süredir Timberwolves ile ilgili bir şeyler yazmıyordum çünkü sahadaki adamların hiç biri basketbol oynamıyordu. Silah zoruyla o formayı giyiyormuş gibiydi hepsi. Bunların sonucunda da 15 galibiyet 67 mağlubiyetle kapattık sezonu.  Detroit'le oynayıp 103-98 kaybettiğimiz sezonun son maçından sonra Kurt Rambis, bu seneki kötü ötesi performansın sorumlusu olarak kendisini, David Kahn'ı ve tüm teknik ekibi gösterdi. New Jersey Nets'ten sadece 3 galibiyet fazla aldık dersem, Rambis'in de bahsettiği ''kötü performans''ın ne kadar içler acısı bir kötü olduğunu daha iyi anlatabilirim. Gerçekten tek kelimeyle berbat rakamlar. Bu kadar vurdumduymaz adamlarla ilgili bir şeyler yazmak da, insanın içinden gelmiyor haliyle.  Düşünün ki; bu sezondan aklımda kalan tek güzel şey; sezonun ortalarında Corey Brewer'ın Lakers maçında Fisher'ın üzerinden bastığı smaç. Takımın doğru düzgün galibiyeti yok ki unutulmazı olsun. Şimdi sıkı durun; 6 Şubat'tan beri sadece 2 (yazıyla; iki) (!?) galibiyetimiz var. 2004'ten beri play-off'larda zaten yokuz. 58 galibiyetle kapattığımız 2003/2004 sezonundan sonra takımın galibiyet yüzdesi her sene periodik olarak çok keskin düşüşler yaşadı. Hem Kevin McHale'in hem de David Kahn'ın yaptığı transfer hareketleri sonucunda ligin en genç takımı konumuna geldik bu son 4 senede. Kevin Garnett'tan sonra veteran bir lider gelmedi takıma bir daha. Kevin Love da geçtiğimiz sezonki en büyük sıkıntının bu olduğunu söyledi geçenlerde ve takımdaki neredeyse tüm oyuncuların NBA'deki birinci, ikinci veya üçüncü sezonlarını yaşadıklarını hatırlattı. Tamam, bu sezon öncesinde kimse bize herhangi bir başarı sözü vermemişti ama 15 galibiyet gerçekten büyük skandal. Bu berbat performanstan şöyle pozitif bir şey çıkarabiliriz; Rambis ve Kahn bu takımın potansiyelini tüm çıplaklığıyla gördüler. Ellerindeki oyuncularla ne yapıp, ne yapamayacağımız daha açık ve net olarak göz önüne gelemezdi bu skandal sezon olmasaydı eğer. Kahn da bunun farkında olmalı ki ligi kapattığımız son Detroit maçından sonra; ''yeni sezon bizim için 24 saat sonra başlıyor'' gibi bir şeyler söyledi. Umarım taraftarları sakinleştirmek için yapılmış göstermelik bir açıklama değildir bu, çünkü bu takımı hasta yatağından kaldırabilmek için daha fazla zaman kaybedilmemeli. Yukarıda da bahsettiğim, takımdaki veteran oyuncu eksikliğinin Kahn da farkında tabii ki. 18 Mayıs hayati önem taşıyor bizim için. Bu tarihte drafta kaçıncı sıradan gireceğimiz belli olacak. Umarım ilk 2 sıradan bir yer kaparız. Aksini düşünmek bile istemiyorum. Salary cap'ten de baya sağlam para girecek kasaya. Timberwolves için 12 Milyon Dolar'ın üzerinde rakamlardan bahsediliyor. Draft'tan kapacağımız ilk 2 sıra ve Salary cap'ten gelecek para, şu anda ihtiyacımız olan acil müdahale adına güzel şeyler. Artık top Kahn ve Rambis'te. 18 Mayıs gelsin, draft'a kaçıncı sıradan katılacağımız belli olsun, muhtemel stratejiler üzerine konuşalım.

20 Nisan 2010 Salı

...............

Başlık atamadım çünkü ne yazarsam yazayım bu kayıp karşısında kelimeler çok güçsüz kalacak. Az önce, 80 ve 90'lı yılların efsane grubu Gangstarr'dan Guru'nun hayatını kaybettiğini öğrendim. Yaşayan en iyi MC'lerden birisiydi, artık gelmiş geçmiş en iyi MC'lerden birisi oldu ne yazık ki. O'nun efsanesini anlatmaya kelimeler yetmez. Biz dinleyicilerine de bir şeyler yazmış hastanedeyken Solar'ın söylediğine göre. Ama alttaki yazıyı okuyunca insan ister istemez ''Solar bunu kendi mi yazdı acaba?'' diye düşünmeden edemiyor. Dj Premier'in ismini bile ağzına almaktan çekinmiş Guru. ''eski Dj'im'' ifadesini kullanıyor Premo için. Hani küfür etmediği kalmış yalnızca. Konu Solar'a gelince dünyanın en iyi insanı olmuş Solar, Guru için. Solar'ın yeni oyunlarından birisi olabilir bu alttaki son mektup. Şu saatten sonra çok da önemli değil zaten. Guru ( Gifted Unlimited Rhyme Universal) artık yok. Guru'nun, dünyanın dört bir yanındaki dinleyicilerine bıraktığı mektup (Solar'ın söylediğine göre) altta;

"I, Guru, am writing this letter to my fans, friends and loved ones around the world. I have had a long battle with cancer and have succumbed to the disease. I have suffered with this illness for over a year. I have exhausted all medical options. I have a non-profit organization called Each One Counts dedicated to carrying on my charitable work on behalf of abused and disadvantaged children from around the world and also to educate and research a cure for this terrible disease that took my life. I write this with tears in my eyes, not of sorrow but of joy for what a wonderful life I have enjoyed and how many great people I have had the pleasure of meeting, my loyal best friend, partner and brother, Solar, has been at my side through it all and has been made my health proxy by myself on all matters relating to myself. He has been with me by my side on my many hospital stays, operations, doctors visits and stayed with me at my home and cared for me when I could not care for myself. Solar and his family is my family and I love them dearly and I expect my family, friends, and fans to respect that, regardless to anybody's feelings on the matter. It is my wish that counts. This being said I am survived by the love of my life, my sun KC, who I trust will be looked after by Solar and his family as their own. Any awards or tributes should be accepted, organized approved by Solar on behalf myself and my son until he is of age to except on his own."

16 Nisan 2010 Cuma

Dj Premier on the Radio 1994



Yaşayan efsane Dj Premier'in 94 yılında 1 saatlik setiyle konuk olduğu radyo şovu var yukarıda. Turntable ağlıyo resmen. Çok tehlikeli yıllar bu 90'lar.

13 Nisan 2010 Salı

DJ LBR Old Skool Masterpiece's

Normalde, eğer sanatçı kendisi download izni vermemişse ben de buraya link koymuyorum. Ama öyle bir parça geçtiki elime, bunu insanlığa yaymak büyük sevap. Kutsal kitap gibi mixtape kısacası. Fab 5 Freddy'den Afrika Bambaata'ya, Sugar Hill Gang'den Grand Master Caz'e 1979 ile 1984'e kadar hip hop klasikleri var bu mixtape'de. Ghetto Blaster'li zamanlara geri dönüyoruz. Köklere yani ama öyle böyle değil, çok derin bu mixtape'deki mevzu. Daha önce hiç duymadığım çok funky parçalar da var tabii ki. Bunu yaptığıma inanamıyorum ama download linki altta  : p

Edit: Dj LBR bunu bedava dağıtmış. Boşuna panik yapmışım. Şimdi yazıyı baştan almayalım : )

DJ LBR Old Skool Masterpiece's

10 Nisan 2010 Cumartesi

De La Soul Türkiye'de


Golden Age dönemi hip hop efsanesi De La Soul'u bu yaz İstanbul'da izleyebileceğiz. Efes Pilsen One Love Festival line up'ında onların da ismi var. 19-20 Haziran'da festival ama De La Soul'un sahne alacağı gün belli değil daha. Bu ilk Türkiye ziyaretleri şerefine, en kısa zamanda grupla ilgili bir yazı yazmassak ayıp ederiz gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var ?

7 Nisan 2010 Çarşamba

Andray Blatche'in Triple Double Aşkı



İki gece önce oynandı bu maç. Sonuç; tabii ki Nets yine yenildi ama Blatche'nin son dakika içinde triple double yapmak için gösterdiği çaba rakip oyuncuyla rebound pazarlığına kadar gidiyor. Daha fazla bir şey söylemeyelim, video'yu yapan arkadaş saniye saniye her şeyi açıklamış zaten sağolsun.

4 Nisan 2010 Pazar

Shawn Chrystopher



Kanye West'in ruhunu Roc-A-Fella Records ve dolayısıyla Jay-Z için satmadığı yıllarını düşünün. Hani şu trafik kazası geçirip kendisini saçma sapan İsa zırvalıklarına kaptırmadan önceki hallerini. 2004 yılında çıkan The College Dropout albümündeki çok sıkı single'larını düşünün. Albümlerinde autotune'a yer vermediği yıllar, güzel zamanlardı Kanye için ama Shawn Chrystopher isimli bu adam o yıllardaki Kanye West'ten bile daha çok umut veriyor. Shawn Chrystopher'ı Kanye ile kıyaslamamın nedeni tarzlarının birbirine çok benzemesi. Yukarıda da bahsettiğim gibi Shawn şimdilik daha yeraltı ve daha dinlenilesi. İleride ne olur bilemem. Hazır birkaç işini de bedava yayınlamışken bu adama bir şans vermeden geçmeyin. Şansı yaver giderse 2-3 yıla kadar ismini çok duyabiliriz. Alttaki sitesinde download linkleri var. En alttaki Myspace sayfası linki de araştırmayı derinleştirmek isteyenler için gelsin.

Shawn Chrystopher's Official Site
Shawn Chrystopher's Myspace

27 Mart 2010 Cumartesi

Sen Gelmez Ol Darko

NBA'in en genç takımlarından birisi olabilirsiniz, 15 mağlubiyet üstüste de alabilirsiniz (şu anki durumumuz bu; 15 yenilgi aldık üstüste.), işler çok kötü de gidebilir ama her ne olursa olsun Darko Milicic'e tonla para ödeyip takımda kalması için yalvaramassınız. Bu adam NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hayal kırıklıklarından bir tanesi. 2003'te draft'ta ikinci sıradan seçilmiş ama 7 sezondur hiç bir şey yap(a)mayan, yıllardır millete alay konusu olmuş bu adama 4 Milyon $'lık bir teklif yapmak için Kurt Rambis olmak lazımmış bugün bunu gördüm. Kabul ediyorum Milicic'e çok fazla tölerans gösterip şans veren bir koç veya takım da olmadı bugüne kadar fakat O'da bu şansları 7 senedir hiç bir takımda almayı başaramadı. Yaklaşık 1 aydır Minnesota'daydı zaten Milicic ama sene sonunda serbest kalacağı için bir şey söylemeye gerek duymamıştım bu transferle ilgili. Kurt Rambis'ten iyice soğumak için bahane arıyordum, bu haberi okuyunca o da tam oldu. Zaten sene başından beri her röportajında ''Bu senenin sonunda Avrupa'ya geri dönüyorum.'' diyen Milicic bu teklifi duyunca ''Seneye Minnesota'da Jefferson ile çok iyi maçlar çıkaracağız.'' tarzında demeçlere başlamış bile. Alttaki haberin bir kabus olmasını ve bir an önce uyanmayı istiyorum.

Wolves Plan to Re-Sign Darko Milicic

20 Mart 2010 Cumartesi

Donuts & J Dilla Are Forever


Rare Form Presents Donuts Are Forever 4 from Hot Mop on Vimeo.

Bu İş Burda Bitmez Koç

Uzun zamandır Fenerbahçe'nin basketbol takımıyla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Tam şimdi vakit bulabildim ama coach Bogdan Tanjevic'in ciddi bir hastalık sebebiyle bir kaç gün içerisinde Fenerbahçe'den ve Türk Milli Takımı'ndan istifasını isteyeceğini öğrendim. Kolon kanserine yakalanmış koç. Erken teşhis olduğunu söylüyorlar ki bu çok iyi haber. Denver Nuggets koçu George Karl'da aynı rahatsızlıktan dolayı tedavi görüyor ve genelde takımın başında sahaya çıkıyor. Bu rahatsızlıkta moralin ne kadar önemli olduğunu düşünürsek, Tanjevic'in de -eğer doktorlar izin verirse- takımın başında devam etmesi gerektiğini düşünüyorum kendi mental sağlığı açısından. Bu seneki Euroleague hezimetinden sonra zaten bırakması gerekiyordu ama bunlar şimdi çok boş konular. Tanjevic bu rahatsızlık sebebiyle takımdan ayrılmamalı. Hadi Avrupa'nın basketbol tarihini değiştiren adam, yazılacak iki tarih daha var önünde. Önce bu hastalığı yenmek, daha sonra bu yaz milli takıma madalya kazandırmak.

16 Mart 2010 Salı

Tamam da Muggs Nerde ?

Cypress Hill, yeni albüm Rise Up'ın 4 Nisan 2010'da çıkacağını açıkladıktan hemen sonra tracklist'i ve albüm kapağını da sürdü piyasaya. En son 6 yıl önce Till Death Do Us Part albümünde dinleyebilmiştik Cypress'ı. Till Death Do Us Part'ın bir düşüş olduğunu grup da kabul etmiş olmalı ki ''Rise Up'' koymuşlar yeni albümün adını. İlk single'ın video klibi de yayınlandı bir kaç hafta önce. Parça 90'ların Cypress Hill tarzına baya yakındı, 2004'teki What's Your Number hayal kırıklığından çok daha umut vericiydi en azından ve ben de Till Death Do Us Part fiyaskosunu unutturmak için baya sağlam geri döneceklerini düşünmüştüm. Klipte Sick Jacken'ı görmem de bütün bunların üzerine olumlu anlamda tuz biber olmuştu. Kısacası; bu sefer çok sağlam geliyordu babalar. Şu anda hala öyle düşünmeyi çok isterdim ama bu akşam albümde yer alan prodüktörleri gördükten sonra bırakın sağlam gelmeyi falan bu albümün ne kadar Cypress Hill albümü olabileceğini sorgulamaya başladım. Albümde tam 15 parça var ve bunlardan sadece 2 tanesinin alt yapıları Dj Muggs'a ait. Yanlış okumadınız bu 15 parçalık bir Cypress Hill albümü ama yalnızca 2 parça da Dj Muggs'ın parmağı var. Büyük şoktan sonra şimdi de artçı şoklar geliyor albümle ilgili; Birinci artçı şok şu, Muggs bahsettiğimiz 2 parçayı Dj Khalil ile beraber yapmış. Yani %100 Muggs prodüktörlüğünde bir tane bile parça yok bu albümde. Şimdi de 2. artçı şoka gelelim hemen. Albümdeki konuk sanatçılar arasında öyle isimler var ki hani ne denir, nasıl yorum yapılabilir inanın bilmiyorum. Albümde Pittbull var. Hani şu Şahin arabalardan yükselen ''You know i want it, i know you want me'' saçmalığının sahibi, kliplerinde koca popolu hanımefendiler oynatan arkadaş. Daha bitmedi, genç kızların yüreklerini hoplatan (?!) Marc Anthony de bu albümde. Dedim ya yukarıda ne denebilir bilmiyorum diye. Marc Anthony ve Pitbull'un olduğu bir albümle ilgili bir şeyler yazmak bile çok sıkıcıyken nasıl dinleyebileceğiz acaba bu albümü?  Tamam hadi dinledik diyelim, Dj Muggs'sız bu albüme ''Cypress Hill albümü''  diyebilecek miyiz gönül rahatlığıyla ? Albümde yer alan bir başka konuk isim olan System of A Down gitaristi Daron Malakian yukarıda bahsettiğimiz ikiliden sonra o kadar normal kalıyor ki gerisini siz düşünün. Gerçi Daron Malakian düetini Cypress Hill'in 90'ların ikinci yarısından itibaren oluşmaya başlayan ve Skull&Bones albümündeki Bones cd'sinde doruğa çıkan rap metal soundunun bir kaç parçada da olsa 2010'da devam ettirmek istemesine bağlayabiliriz. Bu düete kolayca sebep bulabiliyoruz mesela ama Pitbull ve Marc Anthony ile Cypress Hill'in ismini aynı albümde görmeyi işin neresinden tutarsanız tutun mantık çerçevesi içinde (o da nasıl oluyorsa artık...) değerlendirmek imkansız. Bilmiyorum, belki de ben 90'larda takılıp kalmış bir geri kafalıyım rap muhabbetlerinde. Altta tracklist ve yeni video klip var. Ben birazcık Temples of Boom dinlemeye gidiyorum.

Cypress Hill - Rise Up Tracklist
1. It Ain’t Nothin’ (feat. Young De) (Produced by B-Real)
2. Light It Up (Produced by Pete Rock)
3. Rise Up (feat. Tom Morello) (Produced by Tom Morello & B-Real)
4. Get It Anyway (Produced by Jim Jonsin)
5. Pass The Dutch (feat. Evidence & Alchemist) (Produced by DJ Muggs & DJ Khalil)
6. Bang Bang (Produced by B-Real)
7. K.U.S.H (Produced by Sick Jacken & B-Real)
8. Get ‘Em Up (Produced by B-Real)
9. Carry Me Away (feat. Mike Shinoda) (Produced by Mike Shinoda)
10. Trouble Seeker (feat. Daron Malakian) (Produced by Daron Malakian)
11. Day Destroys the Night (feat. Everlast) (Produced by DJ Muggs & DJ Khalil)
12. I Unlimited (Produced by B-Real)
13. Armed & Dangerous (Produced by Jake One & B-Real)
14. Shut ‘Em Down (feat. Tom Morello) (Produced by Tom Morello & B-Real)
15. Armada Latina (feat. Marc Anthony & Pitbull) (Produced by Jim Jonsin)

İt Ain't Nothing Video Clip


Cypress Hill "It Ain't Nothin"
Yükleyen DaDDy_sHug_1972. - DiÄ�er müzik videolarına göz atın.

9 Mart 2010 Salı

J Dilla Foundation Logo Desing Contest

J Dilla Foundation, Grammy ödüllü efsane prodüktör J Dilla'nın annesi Maureen Yancey'in başında olduğu aktivist bir organizasyon. J Dilla hastalığı ağırlaşınca, hayatını kaybetmeden önce annesinden özellikle müzik konusunda yetenekli olup kendilerini tanıtacak imkan bulamayan fakir çocuklara yardım amaçlı bir organizasyon kurulmasını istemiş. Hip Hop, R&B, Jazz'dan tutunda Klasik müziğe hatta Rock'n Roll'a kadar çok farkı tarzlarda yetenekli ama fakir çocuklara eğitim veriliyor kurumda. Ama benim asıl haber vermek istediğim şey jdillafoundation.org şu anda bir yarışma düzenliyor ve bu tüm dünyadan takipçilere açık bir yarışma. J Dilla Foundation kendisine yeni bir logo arıyor. Dizaynlarda bazı kurallar da var tabii ki. Mesela tüm dizaynlarda J Dilla Foundation yazması ilk kural. Bütün katılımcıların en fazla 2 logo denemesi gönderebilmesi de başka bir kural. Altta vereceğim linkte diğer kuralları da okuyabilirsiniz. Çok anlamlı hediyeler de veriyorlar kazanana. Ben hiç yetenekli değilim bu tarz işlerde ama burayı takip ettiğini bildiğim, tag ve desing konusunda aşmış çok arkadaşım var. Kafa yormaya değecek bir yarışma gibi. Şu çok meşhur ''J Dilla changed my life'' sloganı gerçeğe dönüşebilir bu vesileyle. Hiç düşünmediğiniz kapılar açabilir bu yarışma. Son başvuru tarihi 23 Mart. jdillafoundation.org ve yarışmayla ilgili her şey alttaki iki linkte;



   

2 Mart 2010 Salı

Dj Mathematics Presents Math Files


Wu Tang Clan'den Dj Allah Mathematics kendisine ait blogda çok cömert bu aralar. Durmadan bedava mixtape'ler yayınlıyor. Dj Mathematics, Wu'nun kuruluşundan beri grupla beraber aslında ama gruba Dj'lik yapma olayına sonradan başlamış. Dj'liğinin yanında graffitiyle de baya içli dışlı. Üstte gördüğünüz dünyaca ünlü Wu Tang logosunun ilk yaratıcısı da Allah Mathematics mesela. Sadece efsane Wu logosu değil bir çok Wu Tang sanatçısının albüm dizaynları olaylarında da Math'in parmağı var. Müzikal olarak da gerek tüm grupla gerek solo olarak tek tek diğer elemanlarla yaptığı onlarca parçada prodüktör olarak Math'in imzası var 1994'ten bu yana. Gza'yla yaptığı parçalar hep daha bir güzel gelmiştir bana. Gza'nın Beneath The Surface albümünü dinlediğinizde ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. İnanılmaz bir müzikal uyum var aralarında ki Allah Mathematics'in Wu'ya dahil olmasındaki en büyük pay Gza'ya ait zaten. Neyse o başka bir maceranın konusu, biz kendi olayımıza dönelim. İlk başta dediğimiz gibi baya sık güncellediği ve bedava işler dağıttığı çok leziz bir blogu var Dj Mathematics'in (son işlerinde Allah ön ismini çok fazla kullanmadığını da hatırlatalım.). En son Raekwon, Ghostface Killa ve Method Man ile beraber Avenging Eagles diye fazlasıyla leziz bir mixtape yayınladı. Sitesinde o da mevcut. Math files radio kısmındaki podcastlerde de saatlerce dinlenesi işler var. Adresi de verelim tam olsun. Alttaki linkte bahsettiğimiz her şey fazlasıyla var;

  Dj Mathematics Blog; The Math Files

23 Şubat 2010 Salı

Eric Bobo of Cypress Hill - Bobo meets Rhettmatic Mixtape


Cypress Hill'in veteran perküsyonist elemanı Eric Bobo ile Dj Rhettmatic ortaklaşa bedava bir mixtape yayınladılar. Dj Rhettmatic'i de Beat Junkies isimli Dj grubundan tanıyoruz. Deneysel bir çalışma olmuş. Enstrümental mixtape diyelim kısaca. Eric Bobo o kadar komple bir müzisyen ki, kapı gıcırdatsa müzik diye o bile dinlenir. Dj Rhettmatic ile ilgili çok şey biliyorum dersem yalan olur. Evde başka şeylerle uğraşırken koyverin gitsin playlist'e. Link hemen altta.

Eric Bobo of Cypress Hill - Bobo meets Rhettmatic Mixtape

21 Şubat 2010 Pazar

Ukiç, insan mısın ?



Dün oynayıp kazandığımız Efes Pilsen maçında Roko Ukiç basketbol oyunculuğunun yanında imamlık da yaptığını ispatladı. Kerem Tunçeri'ye yer yüzünde Ukiç'den daha iyi namaz kıldırabilecek bir imam tanımıyorum şu pozisyondan sonra.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Saints Şampiyon !!!


İki post altta, Superbowl 2010'dan bahsetmişiz henüz oynanmadan. Maç sonu değerlendirmemizide yapalım da tam olsun. Maçı Digiturk üzerinden Fox Sports'da izledik. Fox Sports, oyun her durduğunda saçma sapan PGA Tour ve kriket programları reklamları girse de Superbowl'u bulduk reklamsızını aramayalım dedik ve izlemeye devam ettik. İlk yarıda her şey gayet normaldi. Manning, Indianapolis Colts adına inanılmaz domine etti oyunu. İlk 2 drive'ından touchdown çıkarmayı başardı Colts ve maça 10-0'lık seriyle başladılar. Bu arada Saintsli oyuncuların hem hücumda hem savunmada yaptığı basit hatalar Superbowl cemaatinde ''Gecenin 4'ünde bu maç için mi uykumuzdan olduk ?'' tarzında yaklaşımlara yol açtı. Payton Manning komutasındaki Colts, 96 yardlık touchdown yaparak 24 yıllık Superbowl rekorunu da kırınca, ben de dahil herkes Colts'un bu işi çok rahat bitireceğini düşünüyordu ilk yarı sonunda. İkinci yarının hemen başında Saints koçu Sean Payton dumur ötesi bir kararla oneside kick yaptırdı Saints'e. Ama hemen ardından yine rahat bir touchdown buldu Colts. Ne olduysa bu touchdown'dan sonra oldu ve New Orleans Saintslilerin içine azizler girerken, Coltslu oyuncular (özellikle o ana kadar çılgın atan quarterback Manning) nal toplamaya başladılar. Superbowl tarihinin en efsane geri dönüşlerinden birisini izlememizi sağladı Saints. Manning'in hatasıyla öyle bir interception ve hemen arkasından touchdown yaptılar ki Colts'a 2 hücum yapabilecek vakit bile kalmadı. Kaşla göz arasında 17-30 öne fırladı Saints. Colts da oyunu bıraktı son touchdownla ve inanılmaz bir 2. yarı performansı ve geri dönüşle 2010'un Superbowl şampiyonu New Orleans Saints oldu. Çok destansı bir sezonun ardından ilk yarı sonunda herkes umudunu kesmişken böyle bir geri dönüşle tarihlerinde ilk kez gelen şampiyonluk tam bir Rocky Balboa hikayesi gibiydi. İndianapolis Colts ilk periodu 10-0 önde kapatmıştı yukarıda yazdığımız gibi ve geri kalan son 3 periodun skoru New Orleans Saints lehine 7-31. Gerçekten inanılmaz. Devre arasında Saints koçu Sean Payton'ın nasıl bir konuşma yaptığını çok merak ediyorum. New Orleans halkının Katrina felaketinde yaşadıklarından girip, Saints'in kırık dökük stadyumundan çıktı heralde. Saintsli oyuncuların 2. yarıda ormanda 10 kaplan gücünde olmalarını başka türlü açıklamak zor. Tabii Colts savunmasının 2. yarıdaki berbat savunmasını da unutmamak gerek. Drew Brees'in normal sezonda bu kadar rahat paslar atabildiğini sanmıyorum, o derece berbattı 2. yarıdaki Colts savunması. Neredeyse tüm receiverları bomboştu Saints'in 2. yarıda. Sonuç olarak ilk yarıda sıkıntıdan patlıyorken, ikinci yarıda efsane bir geri dönüş izledik. Güzeldi, hoştu. İyi ki uykusuz kalmışız. Bu seneki Superbowl reklamlarından bir kaç tanesi çok fena kırdı geçirdi. Hazır Lost'un yeni sezonu da başlamışken alttaki komik ötesi reklamla bitirelim.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Eski Kurt Şehre İndi

Bir haftadır bir şeyler yazamamışım bloga. Dışarıda yaşanılması gereken koskoca bir hayat olunca böyle kısa aralar da kaçınılmaz oluyor sonuçta. Neyse... Bir arkadaşım, Ekşi Sözlük'te ''takip edilesi bloglar'' başlığında görmüş bu blogu. mch nickli birisi paylaşmış. Kendisini tanımıyorum ama teşekkür ederim, burayı bir tek benim okumadığımı bilmek güzel. Dönelim kendi olayımıza. Şu son 1 haftanın en önemli gelişmesi All Star haftasından önce oynadığımız son 6 maçın 4'ünü kazanmış olmamız. 4 galibiyetimizin de üstüste geldiğini düşünürsek bizim için önemli bir haftaydı. Sezonun, kendi adımıza, en iyi haftasını geçirdik yani. Önce Clippers'ı yendik, hemen arkasından sırasıyla New York, Dallas ve Memphis galibiyetleri geldi ve bize de ekran başında orgazm olmak düştü. Olsun o kadar, alışkın değiliz bu sene böyle serilere. Sadece bu sene mi ? O başka bir maceranın konusu. NBA'de takımınız ne kadar gençse hiç beklenmeyen maçlarda delirip, bizim geçen hafta yaptığımız gibi, çılgın atabileceğiniz maç sayısı o kadar fazla demektir ve bu potansiyel bizde fazlasıyla var. Üstüste aldığımız 4 galibiyetten önce oynadığımız 10 maçta yalnızca 1 galibiyet aldığımızı düşünürsek ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Peki ne yaptık da arka arkaya 2 galibiyet göremeyen takım bir haftada çılgın attı ? En büyük eksikliğimiz olan son periodu oynayamama sıkıntısını atlattık her şeyden önce. Al Jefferson tam bir winner gibi oynadı son periodlarda ve anında takım da kazanma alışkanlığı olan bir görünüme büründü. Sakatlıktan tamamen kurtulmuş bir Big Al ile beraber takımın neler yapabilecek potansiyeli olduğunu görebilmek de çok sevindirici oldu. Bu sezon bir daha böyle bir seri yakalayabilme konusunda çok kötümser değilim açıkçası ama All Star haftasından sonraki hafta çok önemli bu takım için. 16-23 Şubat arası 5 maç oynayacağız. Bu haftaya birkaç galibiyet sıkıştırdığımızı görürsek bazı şeylerin yoluna girmeye başladığıyla ilgili daha kesin şeyler söyleyebiliriz. Memphis maçından sonra Jefferson'ın kendisini ilk defa eski Jefferson gibi hissettiğini açıklaması da çok güzel haber. Bu takımın en büyük eksikliği olan, son period stressini kaldırabilecek winner oyuncu eksikliğini atlatmak üzere miyiz acaba? Dediğim gibi All Star'dan sonraki hafta bu soruya daha kesin cevap verebileceğiz. Big Al'ın bahsettiğim maçlardaki son period performansları da altta.

Jefferson's 4th Quarter Success


Date Opponent Time FG-A Reb Pts

Jan. 29 Clippers 10:17 4-5  7      12

Jan. 31 New York 6:48 5-5 0      12

Feb. 5 @ Dallas 6:31 1-3 1           2

Feb. 6 Memphis 12:00 8-8 1        16

4-Game Totals 35:36 18-21 9      42

        

7 Şubat 2010 Pazar

Superbowl 2010


Indiana Colts ile New Orleans Saints bu gece saat 1'de 44. Superbowl maçında NFL şampiyonluğuna ulaşmak için sahaya çıkacaklar. Karşılaşma Miami'de oynanacak. Sporbowl'un en büyük özelliği dünyanın en çok rayting alan spor organizasyonu olması. Şöyle ki, Dünya Kupası'ndan daha çok insan izliyor Superbowl'u televizyon başında. Bu dev organizasyonla ilgili başka bir özellik de; Amerika'da seçimlerde sandığa giden insan sayısının Superbowl'u izleyenlerden çok daha az sayıda olması. Türkiye'de Digiturk üzerinden Foxsports ve Spormax'den izleyebileceğiz maçı. Gelelim bu geceki maça, Indiana Colts takımı daha önce 1970 ve 2006 olmak üzere iki kere Superbowl maçı oynama hak kazanırken her ikisinde de kupayı müzesine götürmüştü. New Orleans Saints ise ilk defa Superbowl oynamaya hak kazandı bu sene. Buraya kadar gelmeleri bile büyük sürpriz olarak görülüyor. Indiana Colts gerek tecrübesi gerek sakat oyuncularının rakibine göre daha az sayıda olması sebebiyle bu gecenin kesin favorisi. Ama Saints'in kaybedecek bir şeyi yok şu saatten sonra ve kaybedecek bir şeyi olmayan takımdan her türlü sporda her türlü sonucu beklemek gerekir. Son iki senenin Superbowl'u inanılmaz keyifliydi umarım bu gece de öyle bir maç izleriz. Bahis oynamış olsam Indiana'yı seçerdim ama ''zayıfın yanında olma'' psikolojisiyle kalbim New Orleans'tan yana. İzleyip görelim.    

4 Şubat 2010 Perşembe

Definitive Jux


Abstract rap denildiği zaman akla gelen ilk label'lardan Definitive Jux'un iflas ettiğiyle ilgili bir şeyler duydum geçen gün. Baya üzüldüm, çünkü 2000 yılından beri piyasaya inanılmaz albümler kazandıran bir şirketin batması da bir devrin kapanması anlamına gelir nereden baksak. Aesop Rock, Cage, El P, Dizzie Rascal, Mr. Lif, Murs gibi isimlerin onlarca albümüne imza atan şirket Definitive Jux kapanırsa kaybeden indie rap olacaktı yani. Allah'tan iflas falan gibi bir durum söz konusu değilmiş. Ama durumlar biraz karışık. Şöyle ki şirketin sahibi El P yaptığı açıklamada Def Jux'un baya köklü değişikliklere gideceğini, bu süreç içinde internetten hala her türlü ürün satışı yapılacağını (müzik, giyim vs..) ama en azından bir kaç ay şirketten yeni haberler beklenmemesi gerektiğini yazmış. Biraz ara vermenin Def Jux'daki herkes için daha iyi olacağından falan bahsetmiş. Yazının sonlarına doğru da Def Jux'ta çalıştığı isimlere teşekkür edip yazıyı baya veda hutbesine dönüştürmüş. ''Resmi olarak kapanmasak da, bundan sonra Definitive Jux'tan eski albümleri beklemeyin.'' diye bir sonuç çıkabilir altta linkini verdiğim yarı veda yazısından. Aesop Rock veya Dizzie Rascal'ı çok sevdiğimi söylersem yalan olur ama özellikle Cage ve El-P'nin müziklerinin çok önemli bir yeri vardır bir dinleyici olarak bende. Mr. Lif ve Murs zaten Def Jux'tan ayrıldıklarını açıklamışlardı baya önceden. Company Flow gibi efsane bir grubu çıkartan bir şirket Definitive Jux, sadece onun hatrına bile sevilesi bir oluşum kısacası. Bir kaç ay sonra resmi kapanma haberi mi gelecek yoksa gerçekten geri dönecekler mi kimse bilmiyor şu anda. Kendilerinin de bildiğini sanmıyorum açıkçası. Bekleyip görelim. Alttaki linkte El-P'nin bahsettiğim yazısı ve  bir EL-P parçası var.

EL P'nin Yarı Veda Hutbesi

29 Ocak 2010 Cuma

Hedo'nun Ağzından ''Ball'' Damladı



Hedo geçen gece Madison Square Garden'da çılgın attı resmen. 26 sayı, 11 rebound ile bitirdi maçı. Chris Bosh'un 27 sayısıyla beraber yıktılar New York'u. Buraya kadar her şey normal. Ama Hedo maç sonunda öyle bir röportaj verdi ki izleyenler ne oldukarını şaşırdılar. Yukarıdaki video da da izlediniz zaten, 28. saniyeden itibaren şöyle bir diyalog geçiyor Hedo ile sunucu arasında;

-What was different for you tonight in terms of just setting the tone with your game in this game?
-Ball.................(sessizlik)
-The ball in your hands and you did a lot with it?
-I have got nothing else to say.
-You've got the the ball in your hands and you made it place?
-Yes sir!
-Thank you.
-Thank you!
-Alright Hedo Turkoglu.

Gelelim işin ilginç yanına. Amerika'da ''ball'' kelimesini aynı bu röportajda Hedo'nun kullandığı gibi tek başına kullanırsak ''ball'' bildiğimiz ''taşak'' anlamına geliyor. Şimdi burda Hedo ya durumun farkında, coach Triano'ya ve özellikle guard Calderon'a ayarın kralını veriyor (iki alttaki postta Calderon ve Hedo konusuyla ilgili bir şeyler yazmıştım.). Ya da Hedo'nun argodaki bu ''ball/taşak'' uyumundan haberi yok ve sadece gayet masumane bir biçimde ''Top daha fazla bende kalırsa, daha çok pas alırsam neler yapabileceğimi gördünüz.'' tarzında bir şeyler demeye çalışıyor. Tabii ki röportajı yapan abimiz ilk saniyelerde inanılmaz dumur oluyor ve hemen Hedo'nun cümlesini basketbol diline göre düzenleyip Hedo'ya geri gönderiyor. Hedo'dan da ''Yes sir!!'' cevabı geliyor. Ama o ''ball'' kelimesinden sonraki sessizlik yok mu ? İnanılmaz komik gerçekten. Bu arada bu röportaj çoktan kült statüsüne yükseldi Raptors taraftarları arasında ve NBA forumlarında. Hedo'nun ayar mı verdiğini yoksa baya komik bir gaf mı yaptığını hiç öğrenemeyeceğiz galiba.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Amos The Ancient Prophet / The Collabos Vol. 1



2009'un en sağlam 10 albümü listesinden bir albüm. Amos the Ancient Prophet, bizim de LCOB Turkey olarak destek verdiğimiz spiritual rap oluşumu Lost Children of Babylon grubu bünyesinde çalışan bir prodüktör. Polonyalı prodüktörün ilk albümünde; Killah Priest, Rasul Allah, Canibus, Outerspace'den Planetery, Dewuallah gibi yeraltı rap piyasasının saygın isimleriyle birlikte 2006 ve 2009 yılları arasında kaydettiği parçaları dinliyoruz. Spiritual lirikler eşliğinde hardcore soundlar diyebiliriz kısaca. Amos çok genç bir prodüktör, bu albümüyle de aynı zamanda çok dikkat edilmesi gereken bir prodüktör olduğunu kanıtladı. Tarz olarak Wu Tang Clan, Jedi Mind Tricks ve Lost Children of Babylon karışımı bir sound var karşımızda. Bu üç oluşumdan bir tanesini bile seviyorsanız (ki Wu, JMT, LCOB'den birisini sevip de öbürünü sevmeyene rastlamadım henüz) Amos'un albümü için de arşivde bir yer açmanız gerekecek. Cutlarda ve scratchlerde bol bol Vinnie Paz verselerinden alıntılar var. Skitlerde JMT'nin efsane prodüktörü Stoupe the Enemy of the Mankind'ın skitlerini dinliyormuş hissine kapılıyoruz yer yer. Amos ile netten yaptığımız konuşmada Stoupe'tan bahsederken sanki bir Tanrı'dan söz ediyormuşuz gibi konuşmasına hiç şaşırmadım o yüzden. Bu, Stoupe'dan etkilenme mevzusu rahatsız edici düzeyde değil tabii ki. Amos kullandığı samplelarla yaratıcılığını ortaya koyarken JMT'ye ve Stoupe'a saygılarını sunup geçmiş sadece ve ortaya %100 kendisine ait bir albüm çıkarmış.  Stoupe da hazır yavaş yavaş rapten elini ayağını çekiyorken, Amos gibi isimlerin böyle albümlerinin çıkması çok sevindirici. MC seçimlerinde Lost Children of Babylon bünyesinde çalışmanın tüm avantajlarını kullanmış Amos doğal olarak. Rasul Allah, Killah Priest, Outerspace'den Planetery gibi veteranlarla Vega X, White Lotus gibi genç yetenekleri tanıştırmış beatlerinde. Skitlerinden, cutlarına, samplelarından, scratchlerine geleceğin en iyi prodüktörlerinden bir tanesinin Polonya taraflarından çıkabileceği aklıma gelmezdi.  LCOB elebaşı Rasul Allah'ın koskoca ABD piyasası varken neden bu adamla çalıştığının cevabı Amos'un albümdeki olağanüstü beat yapımı başarısında gizli. Myspace linki ve albümden bir parça altta.

Amos The Ancient Prophet Myspace

24 Ocak 2010 Pazar

Calderon ya da Hedo


Sports Illustrated dergisinden Mark Montieth, bu sezonun şu ana kadar en büyük hayal kırıklığı yaratan oyuncularından oluşan 2 takımlık bir liste çıkarmış. Listede hem Hedo hem de Mehmet Okur var. Bu iki temsilcimiz için şu ana kadar kabus gibi sezon gerçekten de. Hadi Mehmet'in Utah'da kredisi var diyelim ama Hedo'nun kendisini taraftara sevdirebilmesi için acilen toparlanması lazım. Bu iş Hedo'nun kendisinde de bitmiyor ne yazık ki. Jay Triano, Hedo'dan daha fazla yararlanmak istiyorsa Calderon'u ya top dağıtımı konusunda Hedo ile yardımlaşması gerektiği yönünde uyarmalı ya da süresini kısıtlaması lazım ki Calderon gibi çakal bir oyuncunun her iki ihtimale de izin vereceğini hiç sanmıyorum. Şu anda Toronto'da patron Calderon ve uzun bir süre de bu değişmeyecek. Bu değişmedikçe de Hedo beklentileri karşılayamamaya ( yazması ne zor kelimeymiş ''karşılayamamaya..'') devam edecek. Sezon başında Hedo ile takas olup Orlando'ya geçen Vince Carter'ın da listede olması da bir başka ilginç anektod. Bugün iki takıma da sorulsa, herhalde Orlando Hedo'yu, Toronto da Carter'ı geri almak isterlerdi. Listenin bir başka ismi Dwight Howard'ın da bu düşüşünün sebeplerinden bir tanesi Hedo gibi oynatan bir oyuncunun yerine şu anda Carter gibi sadece kendi istatistiklerine oynayan bir oyuncunun Orlando'da olması. Bütün New Jersey Nets'i temsilen sadece Devin Harris seçilmiş galiba çünkü bu listeye girmek için birbirleriyle yarışıyor Netsli oyuncular bu sene. Hala 3 galibiyetleri var. Yazının tamamı alttaki linkte.

NBA's All-Disappointment teams

21 Ocak 2010 Perşembe

Dj Premier Salutes James Brown



Yaşayan en büyük hip hop prodüktörü Dj Premier'den, gelmiş geçmiş en büyük soul funk sanatçısı James Brown'a adanmış 2 cd'lik mixtape. James Brown'ın artık herbiri efsane olmuş %100 funky parçaları bu mixtape'i dinlemek için başlı başına yeterli bir sebep zaten ama hip hop tarihinde kullanılan sample'lara baktığımızda listenin 1 numarasında James Brown müziklerini görmek de bu mixtape'i çok özel kılıyor.2007 yılında çıkan mixtape'i bugün kevinnottingham.com gibi bir kaç önemli sitede bedava dağıtılırken gördüm, o yüzden burdan da verelim download linkini. İlk cd James Brown parçalarından oluşuyor. İlk cd'deki tek olumsuz özellik şu; Bazı parçalarla fazla oynamış Premo, gereksiz scratch'ler kulak tırmalayabiliyor bazen. Onlara da ''bir bildiği vardır babanın'' diyoruz ve Premo'yu eleştirme gafletinde bulunmuyoruz tabii ki = )
 2. cd de, parçalarda James Brown sampleları kullanılan, günümüzde çoğu kült statüsünde değerlendirilen rap parçaları var. Public Enemy, EPMD, KRS One, Biggie, NWA, Afrika Bambaata, Eric B & Rakim gibi babalar 2. cd'de. Sonuç olarak tam arşivlik albüm. Buyrun;

Dj Premier Salutes James Brown Download

Kolpa Pilsen


Euroleague'de Efes Pilsen'in Top 16'e mucizevi şekilde kalırken, sonucunu beklediği Rytas-Malaga maçını, Malagalı Omar Cook'un Rytas maçında hayatının oyununu çıkarmasını, o güne kadar Rytas'ın en skorer oyuncularından biri olan ve maçtan hemen ertesi gün Efes'e transferi açıklanan Bojan Popovic'in sadece 2 sayı ve 5 top kaybıyla takımını sabote edercesine oynamasını sadece ben düşünmüyormuşum. Medyada spor servislerinde yıllardır çeşitli görevlerde çalışan Ahmet Ercanlar'ın blogu da bu konulara değinmiş. Ben sadece Ahmet Abi'nin değinmediği bir konuya daha değinmek istiyorum. Omar Cook ve Bojan Popovic aynı menejerlik şirketiyle (Beobasket) çalışan oyuncular. Altta bahsettiğim yazı var. Hiç taraftarı olmayan bir klübün, milyon dolarlık kadrolar kurmasına rağmen yine her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırıp son dakikada kirli işlerle bir şeyler başarabilmesinin hikayesi.

Chemedya Blog; Şeytanın Avukatı Yazısı

18 Ocak 2010 Pazartesi

Baron Davis Runs NYC



Beat'te rahmetli J Dilla var. Baron Davis, elinde top bütün New York'u dolaşıyor. Videonun sonlarında Jim Jones ve Common'da, Baron Davis'e katılıyor. Türkiye'de çok tanınmayan, Amerika'da kendisine yeni yeni pazar bulmaya çalışan Çinli Li-ning spor firması için çekilen bir video bu. Li-ning, geçen sene Baron Davis ile anlaşma imzalayarak dikkatleri üzerine çekmişti. Bu video çok yeni. 2010'da çekilmiş. Sondaki ABD bayrağı hariç güzel video. Aslında düşününce çok da kolay değil. Amerikan hükümetinin en çekindiği ülkelerden birisinin mensubu olarak, gelip oralarda bu kadar büyük yatırımlar yapmak bu tarz şirinlikler (!?) gerektirebiliyor. Burda kullanılan yöntem çok ''kör göze parmak'' olmuş gerçi. Hani ''Selam dünyalı, biz dostuz'' yaklaşımı var. Neyse çok kafa yormadan J Dilla'nın tadını çıkaralım en azından. Bu arada ayakkabı ve t-shirt de Baron Davis silüetleriyle tam koleksiyonlukmuş = )

17 Ocak 2010 Pazar

İyi ki Doğdun Şampiyon !!!


Bugün; gelmiş geçmiş en büyük sporcu, aktivist, insan hakları savunucusu, şair Muhammad Ali'nin doğum günü. Ali'yi tüm zamanların en iyisi yapan şey; sporla siyaseti, felsefeyi, edebiyatı kusursuz biçimde birleştirip, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir ırktan, herhangi bir dili konuşan, herhangi bir insana umut olup, ona herhangi bir konuda ilham kaynağı olabilmesi. Muhammad Ali'nin artık bir çoğu efsaneleşmiş, sayısız sözü yerine O'nun antrenörü Drew Bundini'nin, 30 Ekim 1974'te Zaire'de George Foreman'a karşı yapılan Dünya Ağır Siklet Şampiyonluğu Ünvan Maçı'nda (Rumble in the Jungle diye bilinen efsane maç) ringe çıkmadan önce Ali'yle yaptığı konuşmayı yazmak istedim. Ali'nin kariyeri boyunca kimler için dövüştüğü daha iyi anlatılamazdı çünkü.


"Danset şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için danset.. Çocuklar için salla yumruklarını.. Kiralarını ödeyemeyen işsizler için danset, şu alçağın işini bitir.. Meyhanelerdeki ayyaşlar için danset şampiyon, kanserden geberen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkümlar için, herkesin terkettiği eroinmanlar için,kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için.. Danset şampiyon, savaş onlar için! Bu aşağılık herifin işini bitir, çenelerini dağıt hepsinin.. Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun fahişeler için.. Meyhanelerde oturmuş demlenen bütün yalnız kalpler için.. Bilardo salonlarındaki yalnızlar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için, danset şampiyon, savaş onlar için.. Temizlik işçileri için salla yumruklarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için.. Savaş onlar için şampiyon! Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu aşağılık herifin! Seni kurtaranlar senatör değildi, vali değildi, başkan değildi.. Sokaktaki insanlar kurtardı seni.. Şimdi sokaklar adına savaş, hadi yavrum işini bitir şu aşağılık herifin.. Bu ring ikinize fazla, hadi bitir işini, suratını paramparça et.. Yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! Hadi yavrum salla yumruklarını, Muhammed Ali'yi hiçkimse yenemez, hiçkimse.. Sadece Cassius Clay yenebilir ama o da bu akşam aramızda değil. Danset şampiyon, hadi oğlum, danset !!"

Altta da, 90ların efsane rap topluluğu The Fugees'in, Rumble in the Jungle'a ithafen yaptıkları parça var. Rumble in the Jungle'a tabii ki maymun George Foreman perspektifinden değil, efsane Muhammad Ali bakış açısıyla yaklaşmışlar.

14 Ocak 2010 Perşembe

Komedyenler Takımı


   Bulunmayı hiç hak etmediğimiz bir turnuvadan, hak ettiğimiz biçimde elendik. İlk 3 period savunmayla uzaktan yakından ilgisi yoktu takımın. Şutlara el kaldırmaktan bile acizdik. Tam bir Türk gibi, ancak son perioda geldiğimizde savunma yapmak aklımıza geldi ama 3. periodu 17 sayıyla geride kapattığımızda, bu işin bittiğini anlamak için öyle basketboldan falan çok anlamaya gerek yoktu. NBA'den sonra dünyanın en zorlu basketbol ligi olan Euroleague'de son çeyreğe 17 sayı geride girip de maç kazanabilen bir takım belki vardır ama ben hatırlamıyorum. İlk 3 periodda takım öyle kötüydü ki, oyuncuların hepsinin nefret ettiklerini bildiğim Tanjevic'i sabote ettiklerini düşündüm. Takım olarak Euroleague'e hiç ama hiç yakışmadık bu sene. 40 sayı farka mağlup olmalar, hiç mücadele etmeden kaybedilen maçlar, 500-1000 arası seyirciye oynayan bir takım olmak vs vs... Euroleague yönetiminin bizi bu organizasyonda, en azından bu sene, daha fazla istemediklerini de gördük bu akşam hakemler sayesinde. Kesinlikle haklılar. Ben de bu kadar üst düzey basketbol oynanan, Avrupa'nın en saygın basketbol organizasyonunda bu seneki Fenerbahçe gibi bir ''komedyenler takımı'' görmek istemezdim açıkçası. Takımdaki herkes birbirinden o kadar habersiz ki son saniyede Mrsic, Marcus Brown'u tutarken (daha doğrusu tutamazken), o saniyede Marcus Brown'u tutması gereken Tarence Kinsey topu oyuna sokan oyuncuyu tutuyor. Sonuç olarak şaka gibi bir Euroleague sezonunu tam da bizim bu sezonki takıma yakışır bir son saniye üçlüğüyle geride bıraktık. Bulunmayı ucundan kıyısından, hiç bir yerinden haketmediğimiz bir turnuvaya bitik ve ruhsuz bir şekilde veda ettik. Bizden bütçe olarak kat kat altta olan Partizan yönetimi, bizim yöneticilere ''Basketbol takımı organizasyonu nasıl inşa edilir?'' dersi verse ne güzel olur..
   İleride nasıl çocuklarıma İstanbul'dan ayrılırken hüngür hüngür ağlayan Marko Miliç'i, canıyla yüreğiyle oynayan Dallas Comegys'i, aklında Fener aşkından başka bir şey olmayan İbo'yu efsane olarak anlatacaksam, 2009/2010 basketbol yönetimini ve teknik ekibini de kara bir leke olarak anlatacağım...

12 Ocak 2010 Salı

Kötü Şöhret


New Jersey Nets, bu sene bizden bile kötü. Courtney Lee ve Broke Lopez'in bakışları çok güzel anlatmış durumu zaten. ESPN de alttaki linkte, kötü performans konusunda efsane olmuş 1972/73 sezonu Philadelphia 76ers ile bu sezonun Nets'ini karşılaştırabileceğimiz bir çizelge yayınlamış. Şu anda başabaş gidiyor iki takım. Koskoca sezon 9 galibiyet rekoru kolay kolay kırılabilecek gibi görünmüyor. Bakalım sezon sonunda tarihe tanıklık edebilecek miyiz ?

Game-by-game comparison with the 1972-73 Philadelphia 76ers

10 Ocak 2010 Pazar

2009'un En Sağlam 10 Albümü

Buyrun, 2009 yılında çıkan, dinlediğim en iyi 10 albüm. Bu albümlerle ilgili sayfalarca yazı yazılabilir ama eğer o moda girersem bu liste bir kaç hafta daha bende kalabilirdi.  Yılbaşı geçeli baya oldu, hazır aklıma da gelmişken listeyi daha fazla gizli tutmak da istemedim : P Şimdilik sadece listeyi koyalım, daha sonra ''kim bu adamlar?'', ''neden o kadar albüm çıkmışken bu albümler?'', ''nasıl müzikler yapıyorlar?'' vb. bilumum soruların cevaplarını içeren postlar atıcam buraya. Sondan başlayalım da heyecan olsun = )

10- Amos The Ancient Prophet / The Collabos Vol. 1
 

9- U God / Dopium
 

8 - Raekwon / Only Built 4 Cuban Linx Part 2
 

7- Sha Stimuli / My Soul To Keep



6- La Coka Nostra / A Brand You Can Trust


5 - BK One / Radio Do Canibal


4- Tech N9ne - K.O.D


3 - Brother Ali / Us


2- Large Professor / The LP


1- Mos Def / The Ecstatic